Bazı şeyleri anlamak ya da kabullenmek için ısrar ettiğiniz ve ya o davranışı direttiğiniz oldu mu? Kabullenemediğiniz gerçekler, inanmak istemediğiniz doğrular ya da konduramadığınız halet-i ruhiyeler hiç mi karşınıza çıkmadı? Gezegenlerin konumu mu, enerji mi, burç mu, kader mi, mekân yahut şartlar mı bilemem ama bu aralar bende hakim olan, fakat cevabını bulamadığım bu soruları bir kez de size sormak isterim.
Ben ısrar ederim. İstediğimi elde edene kadar ısrar... Ama bu ısrarın, karşımdakini sıkmadan ya da, ne bileyim bunaltmadan olması gerektiğini düşünürüm. Tuttuğunu koparmak mı, yoksa yenilgiyi kabul etmemek mi bilemiyorum. İşte tam bu soruların cevabını arıyorum. Sanırım her insan, durum ya da olguyla savaşıyorum. Ne gerek var savaşmaya? Barış içinde yaşasana karşındaki insanla...
Bu savaş sizinle değil, sanırım benle, içimde öldüremediğim şu küçücük deliyle. Sıyrılamıyor, beklemekten, istemekten. Ağzına bir parmak bal çalanı iyiliğin zirvesine, kalbine bir kelam fısıldayanı aşkın mabedine kapatıyor. Dost oluyor her gülümseyenle, koşuyor her neredesin diyene...
Gün geçiyor, zaman yürüyor, bekliyor bir ışık, güneşi hediye ettiği o gözlerde... Nedense her yer birden geceye dönüyor. Mim çekiliyor, beklenen gözlerin yüreklerine. Yine dönüyor ardını, bir başka sefer için, mavi limana yürüyor. Ardında kuşlar yesin diye kalp kırıntıları, düş artıkları, hüzün vedaları...
Hâlâ umudu var aptalın, iyiye ve güzele dair. Hâlâ mavi limanı, beyaz gemisi, hâlâ bir geleni ve bir gideni var. (var mı?)
Belki de bu son gülümsemesi, son umudu ve son ısrarı. Bir insanı, hayatın nasıl
-dönüştürdüğünü,değiştirdiğini- ona geç kalmış insanlar okuyup, anlatacak.
Ve denilecek yaşamak için hiç ısrar etmedi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder